WALL-E: Pixar çıtayı aştıkça aşıyor


İnanılmaz bir şekilde sessiz sinema, 1930’ların Hollywood romantik komedileri, naif Spielberg filmleri ve günümüz sinema duyarlılıklarını harmanlayan ‘WALL-E,' Pixar stüdyosunun animasyon çıtasını da bir yukarı aşamaya taşıyor

Artık animasyon sözcüğünü duyduğumuzda doğrudan aklımıza gelen kavramlar var: Çocuk, aile, oyuncak, tatil, bayram. Bu listeye sosyal eleştiri ya da dünyanın sonu gibi kavramların eklendiğini düşünebiliyor musunuz? Bir sanat eserini kalıplarla ve türlerle değerlendirdiğimiz bir dönemde, en son istediğimiz şey kafamızın karışması. Aksiyon, romantik komedi ya da Fransız yönetmen, ama lütfen bunların hepsi bir arada değil. Animasyon imparatorluğu Pixar’ın 9. filmi WALL-E, muhalif belgeselci Michael Moore’la yarışacak bir sosyal eleştiriye imza atmasına karşın, çoğu okuyacağınız eleştiri, “sevimli robot WALL-E’nin maceraları” merkezinde dolaşacaktır.

İlk 40 dakikasında neredeyse hiç bir diyalog olmayan filmin baş kahramanı
WALL-E’yi gerçekten de sevimli bir robot olarak tanıyoruz. Çöplerden ve atıklardan başka bir şey gözükmeyen, iç karartıcı bir grinin hakim olduğu bir dünyada dolanan WALL-E’yi, bulduğu çöpleri sıkıştırıp, Sabır Küpü ya da Zippo çakmak gibi gözüne kestirdiği nesneleri de zulasına eklerken görüyoruz. Yerdeki eski bir gazete, dünyanın tamamen çöplerle kaplandığını yazıyor, bizler de dünyanın sonunun Marduk’tan ya da güneşin patlamasından değil de, plastik torbalardan ve pet şişelerden geldiğini öğreniyoruz.

WALL-E, dünyada unutulmuş son çöp toplama ve sıkıştırma robotu olduğunun farkında olmadan, sonsuz bir görev bilinciyle, kendi mütevazı ortamında çöplerle uğraşmaya devam ediyor. Bir gün gökten bir araç iniyor ve içinden WALL-E’nin paspallığına tamamen zıt başka bir robot çıkıyor. Yumurtayı andıran vücudu ve mavi dijital gözleriyle hararetle bir şeyler arayan bu robot, en yakın arkadaşı bir hamam böceği olan WALL-E’nin ilgisini çekiyor. Yalnız dünyasında bir hemcinsine rastlamanın mutluluğuyla WALL-E, tüm zulasını adının EVE olduğunu öğrendiği bu çekici robota göstermeye çalışıyor.


Pixar’ın doruk noktası


Fakat gösterdiği nesnelerden birisi EVE’in sisteminin kapanmasına ve uzaydaki üssüne geri dönmek için aceleyle yola çıkmasına neden oluyor. Dünyada yeniden bitki sistemi oluşup oluşmadığını öğrenmekle görevli EVE, kendisine sıkı sıkıya yapışan
WALL-E ve içine hapsettiği küçük bir filizle insanların yaşadığı uzay üssüne dönüyor. Çoğunluğu zengin Amerikalılar’dan oluşan, dünyadan kurtulan insanların 700 yıldır yaşadıkları Axiom isimli üsse gelen iki robot, kısa sürede diğer robotlar ve insanların yüzyıllardır yaşadıkları düzeni alt üst ediyorlar.

Fiziksel olarak hareket etmeyi ve düşünsel olarak sorgulamayı tamamen unutmuş, tüm gün şezlonglarında soğuk içeceklerini yudumlayan bir grup obezden oluşan geleceğin insanlarının nasıl o noktaya gelmiş olduklarını anlamak pek de zor olmuyor.
WALL-E ise, bu yeni tanıştığı insanlar ve robotlarla iletişim kurmak yerine, çöplerde bulduğu video kasette defalarca izlediği ‘Hello Dolly!’ müzikalindeki bir kadınla bir erkeğin el ele tutuştukları sahneyi yeniden canlandırmak istiyor. Yazar ve yönetmen Andrew Stanton, Pixar’ın belki de en iyi animasyonu olan WALL-E’yle inanılmaz bir şeyi başararak, sessiz sinema, 1930’ların Hollywood romantik komedileri, naif Spielberg filmleri ve günümüz sinema duyarlılıklarını harmanlayarak, unutanlara sinemanın nasıl ilham verici bir deneyim olabileceğini hatırlatıyor.

27 Eylül 2008'de Akşam Cumartesi'de yayımlandı

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails