Televizyondan beyazperdeye acılı yolculuk

‘Lost’un filmi çekilecek mi dedikoduları ve ‘Sex and the City 2’nin aniden gösterimden çekilmesi, televizyondan sinemaya geçiş yapan dizileri ve neden çoğunun tutmadığını hatırlatıyor

Lost’un final bölümünün kara dumanı henüz tüterken, açıkta kalan soruların bir filmle toparlanıp toparlanmayacağı, dizinin azılı forumlarında tartışılmaya başladı bile. Disney’nin Lost’un haklarını satın aldığını ve daha çok süt verecek gibi gözüken bu ineği başıboş bırakmaya niyeti olmadığını belirtelim öncelikle. Lost: DHARMA Yılları isminde bir mini dizi ya da Adanın Sırları isimli bir çizgi romanın haberini çok yakında alabiliriz.

Uluslararası dağıtım, reklam geliri ve DVD satışlarıyla, Disney bu ineğin en değerli sütünün bir sinema filminden geleceğini de çok iyi biliyor. Şu anda, yöneticilerin acil Lost filmi önerileriyle haşır neşir olduklarını tahmin edebiliyoruz. Altı yıl izlediğimiz zaman dilimlerinin öncesi ve sonrasının soru işaretiyle bırakılması da, bir filmin çok rahat çekilebileceğini gösteriyor.


Televizyonda görmeye alıştığımız karakterleri beyazperdede izlemenin keyfinin ayrı olduğu bir gerçek. Hatta bu hafta Carrie ve arkadaşlarının orta yaş bunalımlarını ikinci kez sinemada izlemeye hazırlanıyorduk. Fakat hafta bitmeden, İsrail’in yarattığı küresel gerginlikten dolayı Sex and the City 2’nin Türkiye gösteriminin belirsiz bir süreye kadar ertelendiğini öğrendik.



Sex and Abu Dabi

Haklı olarak, Sex and the City ve İsrail ne alaka diyebilirsiniz. Bu filmde kadınlar tatil mekanı olarak Abu Dabi’yi seçiyorlar. Roma, Rio ya da Istanbul dururken kadınların neden Birleşik Arap Emirlikleri’ni tercih ettiklerini tahmin edebiliyoruz. Düz Amerikan bakış açısıyla ‘Medeniyetler Çatışması beter bir şey, biz de bu konuda duyarlılığımızı gösterelim,’ gibi bir niyetten çıkmış büyük olasılıkla bu tatil planı. Tabii işler böyle yürümüyor. Peçeli kadınlarla tasarım dekolteleri yan yana getirmek, hiç kimseye hoşgörü mesajı vermiyor.

Geçen hafta Amerika’da gösterime giren Sex and City 2, ne eleştirmenler, ne de dizinin hayranları tarafından iyi not alamadı. Abu Dabi tatiline kimse anlam veremediği gibi, çoğu izleyici Amerikalı özgür kadınların Araplar’la maceralarının bir fiyasko olduğunu düşünerek sinema salonlarından ayrıldı.


Televizyonda çıtayı yükselten Amerikan kanalı HBO’nun hit dizilerinden Sex and the City, 94 bölümüyle televizyonda alışık olduğumuz kadın prototipini de sonsuza kadar değiştirdi. Dizinin her bölümü birer klasiğer dönüşürken, iki yıl önce sinemalara gelen film uyarlaması büyük bir hayal kırıklığı oldu. Film, marka giysilerle dolu, vasat bir filmin sündürülmüş hali gibiydi.


Eski diziler, yeni filmler

Peki televizyon dizilerinin sinema uyarlamaları genelde neden birer hayal kırıklığı oluyor? Ve tutanlar neden tutuyor? Öncelikle, aynı oyuncularla bir film uyarlaması yapmak belki de en büyük risk. Film, her zaman bir yeniden yorumlama, uyarlamadan çok bir devam filmi olarak izleyiciyle buluşuyor. Filme uyarlanan dizi demek, tutmuş, sevilen bir dizi demek. Bu da karakter gelişimleri, hikaye örgüsünün çok iyi olduğu anlamına geliyor. Bir dizi, anlatım şekli itibariyle bir hikayeyi birçok bölüme, bir sezona, hatta yıllara yayabiliyor. Bu da, zamanla büyüyen bir güç veriyor. Film ise, başı, sonu iki saatte tamamlanması gereken bir anlatım. Bu da, filmin uzun ve daha pahalı bir yapıma sahip olsa da, herhangi bir bölüm gibi olacağı anlamına geliyor. The X-Files, İkiz Tepeler (Twin Peaks) ve Uzay Yolu (Star Trek) filmleri iyi birer örnek.

Genelde en az riskli uyarlamalar, eski dizilerinkiler oluyor. Onda da, zaten tutmuş olan bir filme mutlaka yeni bir malzeme eklemeniz gerekiyor. Görevimiz Tehlike gibi bir aksiyon dizisine 30 yıl sonrasının sinema tekniklerini ve de Tom Cruise’u ekleyince harika bir filme dönüşebiliyor. Ünlü oyuncu başarının garantisi olmuyor tabii her zaman. Nicole Kidman, Bewitched’de Tatlı Cadı Samantha’yı canlandırdığında mesafeli bir oyuncunun sıcak bir ev kadınını gerçek bir cadıya dönüştürebilceğini gösteriyor. Ya da, döneminin en seksi oyuncuları Uma Thurman ve Ralph Fiennes, Tatlı Sert’in cazibesinin kaynağı olan, John Steed ve Emma Peel arasındaki elektriğin yanına bile yaklaşamayınca içi boş bir film ve kötü bir uyarlamayla karşılaşıyoruz.


İyi bir dizi uyarlamasının, o diziyi başından neden sevdiğimizi hatırlaması ve hatırlatması gerekiyor. Charlie’nin Melekleri, başından saçma bir fikirden ortaya çıkan bir dizi. Amaç üç seksi kadını farklı giysilerle, seksi pozlarla, oradan oraya koşturmak. Dizinin iki uyarlaması da, seksi kadın ve saçma fikir kombinasyonunu alıp, özünü bozmadan farklı bir şekle büründürerek bizlere sunuyor. Sonuç: Gayet eğlenceli, güzel kadınların ara sıra dövüşüp, ara sıra dedektiflik yaptığı, saçmalığını sonuna kadar savunan mükemmel bir film. İyi bir uyarlama mı, tabii orası tartışılır. Sex and the City 2 gösterime girmiyor diye pek fazla üzülmemek, Lost’un filmi için de heyecanlanmamak en isabetlisi gibi geliyor.

6 Haziran 2010'da Akşam Pazar'da yayımlandı.

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails