Time dergisi 1998 yılında feminizmin can çekiştiğini savunuyor ve o sayısının kapağına konu mankeni olarak da Ally McBeal’i taşıyor. İki yıl sonra, bir kez daha feminizmin gidişatını kapak konusu yapan Time, bir kez daha bir TV dizisinden ilham alıyor. “Kimin kocaya ihtiyacı var?” başlığının altına pop kültürü yeni fethetmeye başlayan dört kadının fotoğrafını uygun görüyor: Carrie, Samantha, Charlotte ve Miranda.
Yönünü şaşırmış beyazperde maceralarıyla eski günlerini aratan Sex and the City kadınları, 1990’ların sonunda bir yandan fazlasıyla tanıdık, diğer yandan hiç alışılmadık bir pop kültür olayı olarak hayatımıza düşüyorlar.
Sex and the City’ye ilk başlarda uçlarda tepki vermemek mümkün değil. TV izleyicileri, TV eleştirmenleri, kadınlar, erkekler, feministler, herkes ikiye bölünüyor. Kimisi mesajı doğru bulmuyor, kimisi mesaj olmadığını savunuyor, mesajı takmayanlar da kadınların penis boyu ve erken boşalma sohbetlerini hafif bir gülümsemeyle izliyor.
Cinsel özgürlük, kadın cinselliği, kocaya ne kadar gerek var tartışmalarının ateşi sönünce dizinin belkemiğinin seksten ve seks sohbetinden çok daha öte bir şey olduğu da netleşiyor. Bizi çeken şeyin, dizinin itici gücünün kadın arkadaşlığı ve Carrie’nin de dediği gibi “kahve, yumurta ve sıkı bir dedikodudan oluşan cumartesi sabahı ritüeli,” yani arkadaş sohbeti olduğunu görüyoruz. Carrie ve arkadaşlarının erkek egemen düzene karşı silahları, ilk sandığımız gibi, erkeklere gülmek değil. Kadınlarla beraber gülmek.
Samantha’dan önce Blanche vardı
Charlotte, geleneksel brunch’larından birinde kadınlara, “Neden birbirimizin hayat arkadaşları olmayalım?” dediğinde dizinin de çıkış noktasını tanımlıyor. Gerçek ailelerini hiç bir zaman görmediğimiz bu dört kadın, şehir denilen jungle’da kendilerine cinsel özgürlükle süslenmiş, alternatif bir aile yaratıyorlar.
Tabii ki de bu aile bir yerlerden bize tanıdık geliyor. Sohbetin seks ve erkek dozunu azaltıp, gardropları rüküşleştirip ve de dünyaya daha az şüpheci yaklaşan bir bakış açısı eklediğimizde, Sex and the City’den on yıl önce Altın Kızlar’ın bu alternatif aile modelini ekranlarımıza taşıdığını hatırlayabiliriz. Libidosuyla her daim barışık Blanche, saflığından taviz vermeyen Rose, emekli öğretmen Dorothy ve Dorothy’nin sivri dilli annesi Sophia, kadın arkadaşlardan oluşan bu yeni ailenin belki de televizyondaki ilk temsilcileriydi.
Altın Kızlar ana karakterlerine hala aktif aşk ve seks hayatları verip, onları yaşadıkları çağa uydurarak, orta yaşı geride bırakmış kadın tiplemesine de taze hayat veriyordu. Sex and the City kadınlarına benzer bir şekilde, modern hayatın çiftleşme oyunlarından bunalan bu kadınların ve bu dizinin neden bizi sarıp sarmaladığı ise jenerik şarkısında her hafta bir kez daha hatırlatılıyordu: ‘Thank you for being a friend.’
TV’de kadın arkadaşlığının çeşitlemeleri daha sonra Lipstick Jungle, Cashmere Mafia ya da Women’s Murder Club gibi dizilerde karşımıza çıksa da, devaraldığı tacın hakkın verebilen Wisteria Lane’in komşu kadınları oldu. Sex and the City’nin bittiği sene başlayan Desperate Housewives’ın dört komşu kadınının birbirlerine karşı samimiyetlerine ilk başlarda şüphe duymuş olsak da, Amerikan banliyö yaşamının ve sabırsız TV izleyicisinin testlerini geçerek, kendi steril sokaklarında bir koza yaratmayı sonunda başardılar.
30 Ekim 2010'da Radikal'de yayımlandı.
0 yorum:
Post a Comment