Walt’ın olayı neydi? Jacob ve kardeşini büyüten kadın nereden gelmişti? DHARMA erzağını düzenli olarak tepeden kim atıyordu? Heykeli kim inşa etmişti? Eloise Hawking her şeye nasıl vakıftı? Siyah ekranın üzerinde beyaz harflerle son LOST yazısını gördüğümüzde yukarıdakilerle beraber onlarca soruyu da sonsuza dek bilinmeyene göndermek zorunda olduğumuzu anladık.
Lost’un son bölümü noktalandığında ilk başta bir şeyler hissetmenin o kadar da kolay olmadığını gördük. Altı yıllık inişli çıkışlı, karmaşık bir ilişkiyi sona erdirmenin şokunu yaşıyorduk. İlk şok atlatıldıktan hemen sonra saniyede 500 Twitter mesajı, Lost bloglarına yığılan yorumlarla basit bir gerçek ortaya çıktı. İzleyiciler ikiye bölünmüştü. Hiç bir sorusu cevaplanmadığı için kime haykıracağını bilemeyen kızgın izleyicilerle, bağlandığı bir diziyi duygusal, epik, neredeyse şiirsel bir vedayla uğurladığını hisseden şanslı grup. Ben ikinci gruba dahil olmanın, Jack’le, Kate’le, Hurley’le ve adayla vedalaşabilmenin huzuruyla, hayal kırıklığına uğrayanları duymazdan gelerek günüme devam edebildim.
Lost ilk bölümünden itibaren, Locke’un tavla taşlarını eline alarak yaptığı o kısa konuşmasıyla zıtlıkların önemli bir tema olacağının sinyallerini vermişti. Bir süre sonra, hemen hemen her bölümde karşımıza çıkan siyah-beyaz zıtlığının ötesinde daha büyük kutuplar olduğunu görmeye başladık. Karakterlerinin adayı algılama biçimlerinde ve huzura ilerleyen yolculuklarında giderek önem kazanan ‘bilim adamı’ ve ‘inanç adamı’ ayrımıyla karşılaştık. Dizinin ikinci yarısında da yazılmış ‘kader’ ve seçimlerin önemini vurgulayan ‘özgür irade’ ayrımını izlemeye başladık.