Oscar filmleri, kısa kısa 4


The Reader
Toplu Batı bilincinin unutmamıza izin vermediği Nazi soykırımı bir kez daha kişisel bilinçlerimizde yerini arıyor. Sophie’s Choice’un Sophie’si ya da The Pianist’in garip isimli piyanisti gibi bir başka kişisel trajedi, bu sefer The Hours’un yönetmeni Stephen Daldry ve hak ettiği Oscar’ını bu sene İngiltere’ye götüren Kate Winslet’i bir araya getiriyor. Hanna ve Michael’ın yıllara yayılan ilişkisinin belkemiği olan, zekice ve ince bir şekilde açılan ‘okuma’, ‘dinleme’, ‘okuyucu’ kavramları etrafındaki öykü, 2. Dünya Savaşı’nın gölgeleriyle sarsıcı bir filme dönüşüyor. Kate Winslet’in ve Michael’ın gençliğini canlandıran David Kross’un ilk yarıda bol bol çıplak göründüğü de ilgilenenlere duyurulur. Alman aksanıyla İngilizce konuşan Almanların yaşadığı bir Berlin de, ayrıca filme ayrı bir fantastik hava katıyor.


Kimler izlesin? Kate Winslet’in hiç bir filmini (haklı olarak) kaçırmamaya and içmiş olanlar, Nazi soykırımının arka planda olduğu öykülere ilgi duyanlar, olgunlaşma öyküleri sevenler, içli bir aşk hikayesi izlemek isteyenler.

Kimler izlemesin? Schindler’s List’in sinemada Nazi soykırımına son noktayı koyduğunu düşünenler, 36 yaşında bir kadınla 15 yaşında bir erkeğin ilişkisine doğrudan pedofili damgasını yapıştıran ahlak polisleri, Kate Winslet’in memelerinden sıkılanlar.


Frozen River
Bu senenin Little Miss Sunshine’ı olmanın köşesinden dönen bu mütevazı bağımsız film, kadın arkadaşlığı, değişen toplumsal yapılar, yeni dünya düzeni ve anne olma üzerine göründüğünden çok daha fazlasını ince bir şekilde veriyor. Yazar, yönetmen Courtney Hunt, ilk filmiyle Özgün Senaryo dalında kendisine ve Kadın Oyuncu dalında Melissa Leo’ya Oscar adaylığı getirirken, bir yandan da bir dolu hayran ediniyor. İki çocuğuyla yaşam savaşı veren beyaz bir kadınla Kızılderili bir kadının sıradışı iş ilişkisi yer yer izleyiciyi gerse de, Amerika-Kanada sınırının buzlu ve karlı havasında geçen film insanın içini ısıtmayı başarıyor.

Kimler izlesin? Sinemada keşiften özel zevk alanlar, karakter gelişmeleri ve açılımlarını bangır bangır değil de, ince bir şekilde izlemekten hoşlananlar, kadının güçlüsünü, savaşanını ve çektikleriyle güçlenenini sevenler.

Kimler izlemesin? Filmin sıkı bir drama olduğunu duyup sarsıcı dramatik gelişmeler bekleyenler, biraz çıplak ten görmek isteyenler (tüm film eksi 30 derecede geçiyor), Kızılderilileri Hollywood kalıpları içinde görmeye direnenler.


The Wrestler
İki haftada bir yıkandığı şehir efsaneleriyle belleğimize kazınan, köpek dostu Mickey Rourke, bitmiş bir pankreas güreşçisi rolüyle Hollywood’un bayıldığı muhteşem dönüş hikayesinde de başrolü alıyor. İzleyicileri her seferinde ikiye bölmeyi başaran yönetmen Darren Aronofsky (Requiem for a Dream, The Fountain), bu sefer temkinli bir filmle yönetmen olarak arka planda kalmayı tercih ediyor. Duygusal ve fiziksel oalrak gücünün son noktasına gelmiş pankreas güreşçisi Randy ‘The Ram’ Robinson, yaşamıyla ve geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Şaşırtıcı derecede yumuşak ve çokboyutlu bir karakter çizmeyi başaran Mickey Rourke, film boyunca çıplak gördüğümüz striptizci Cassidy (ya da Pam) tiplemesiyle sinemada sıkça gördüğümüz bir ‘white trash’ yakınlaşması yaşıyor. Mickey Rourke’un dublör kullanmadığı dövüş sahneleri ve 45 yaşındaki Marisa Tomei’nin vücudu filmin gerçeküstü görüntüleri.

Kimler izlesin?
Modern hayatın çeperlerinde dolaşan çaresiz insanların çaresiz yakınlaşmalarını izlemekten hoşlananlar (bkz. Leaving Las Vegas, Duvara Karşı), pankreas dövüş sahnelerini entelektüel bir kontekstte izleyerek bir taşla iki kuş vuracağını düşünenler (bkz. Raging Bull, Rocky), popüler kültürde dönüş hikayelerinde bir nostalji bulanlar (bkz. THY’nin Kevin Costner reklamı).


Kimler izlemesin? Aronofsky’nin filmografisinden etkilenip bir Pi ya da Requiem for a Dream bekleyenler, Amerikan ‘white trash’in romantize edilmesinden sıkılanlar, ödüllü bir performans izlemek uğruna 200 kiloluk adamların birbirlerinin üstüne atlamalarını izlemek zorunda kalacaklarından korkanlar.

2 yorum:

Allegra'nde said...

popüler kültürde dönüş hikayelerinde bir nostalji bulanlar (bkz. THY’nin Kevin Costner reklamı).

:))))

afrodelfino said...

The Wrestler kaldı seyretmediğim.. Kendimi kimler izlemesin kısmına daha yakın hissettim, 200 kiloluk adamlardan korktum biraz ama yine de seyredicem sanırım:))

Related Posts with Thumbnails