Beyaz erkeklerin hakimliğinde aynı tas aynı Oscar

Yönetmenlerin hepsi, her zamanki gibi, beyaz erkekler. Amerikalı yazarlar, 'Inception'ın yönetmeni Christoper Nolan neden aday olmadı diye bas bas bağırırken, Lisa Cholodenko ve Debra Granik'in pas geçilmesi kimseye garip gelmiyor.

Beş sene önce Brokeback Mountain sekiz dalda Oscar'a aday gösterildiğinde eşcinsel sinema ve çok boyutlu eşcinsel karakterler popüler, 'mainstream' sinemaya sonunda giriş yapıyorlar diye sevinmiştik. Piyasadaki hemen hemen tüm ödülleri alıp, En İyi Film Oscarını alamadığında da bu kadar çabuk sevinmemek gerektiğini görmüştük.

Geçen sene de, benzer bir şekilde bir kadın yönetmen 'The Hurt Locker'la Kathryn Bigelow) ve Afro-Amerikalı - bize göre hala zenci - bir senarist (Precious'la Geoffrey Fletcher) ilk defa Oscar aldığında benzer bir değişime, pek de inanmadan, umutlanmıştık.

Bu seneki adaylarla da aynı tas aynı Oscar olduğunu bir kez daha gördük. Ana ödüllerdeki adayların neredeyse hepsi beyaz. En İyi Film adayı iki filmin kadın yönetmeni ise Yönetmen adayları arasında değil (The Kids are All Right ve Winter's Bone).

Yönetmenlerin hepsi, her zamanki gibi, beyaz erkekler. Amerikalı yazarlar, Inception'ın yönetmeni Christoper Nolan neden aday olmadı diye bas bas bağırırken, Lisa Cholodenko ve Debra Granik'in pas geçilmesi kimseye garip gelmiyor.

Yazının devamı bianet'te

Kanuni, JFK ve kıçı açık ergenler

İnanılmaz fazla bir alana yayılan muhafazakarlık, tadında paranoya ve korku kültürü olmasa, TV’nin nasıl sınırları zorlayan bir skandal yuvası olduğunu da öğrenemeyeceğiz. Koca koca adamlar Kanuni pilates yapar mıydı, haremde kadınlar sütyen giyer miydi diye engin yorumlarını paylaşmak için o kanaldan bu kanala koştururlarken, yerli dizilerle pek fazla ilgisi olmayanların da aklına kurt düşürüverdiler. Neyin nesi bu dizi diye merak edenlerden birisi olarak, umarım izlediğim yarım bölümle Muhteşem Yüzyıl dizisine birazcık da olsa reyting kazandırmışımdır.

Durum yalnızca bizim muhteşem ülkemizde diye düşünenler biraz rahatlayabilir. Muhafazakarlık ve paranoya konusunda Amerika’nın da bizden pek bir farkı yok. Katie Holmes’un Jackie Kennedy’yi, Greg Kinnear’ın da çapkın kocasını canlandırdığı, bu ay gösterilmesi planlanan The Kennedys dizisi, daha başlamadan yayından kaldırıldı. “Tarihsel hatalarla” dolu olduğu ve”‘bu büyük aileyi rahatsız edici bir bakış açısıyla” anlattığı iddia edilen mini dizi, üç haftadır yayınlanacak kanal bulamıyor. Tabii işin içinde, Amerika’nın en güçlü ailesi olunca seyirciyle buluşması biraz zor gözüküyor.

Yazının devamı !f Blog'da

Altın Küre dedikoduları

Geceye Angelina Jolie’nin ne beter bir oyuncu, The Tourist’in de ne kötü bir film olduğunu söyleyerek başlayan birinin sunduğu ödül töreninde kimlerin kazandığını kim hatırlar? Facebook’la ilgili bir filmin baba ödülleri, lezbiyen annelerle ilgili başka bir filmin de ana ödülleri kaptığını hayal meyal hatırlıyoruz. Bu senenin Altın Küre töreni boyunca kimlerin ödül aldığından daha çok, Ricky Gervais’in bir sonraki hedefinin kim olacağını merak ettik. Hollywood törenlerini aslında niçin izlediğimizi de bir kez daha hatırlamış olduk böylece.

Kırmızı halıda mainstream, bağımsız ve İngiltere: Brangelina, Tom Hanks gibi ağır (ve de ağır olduklarının sonuna kadar bilincinde olan) toplar törenin başlamasına beş-on dakika kala limuzinlerinden inerken, tüm İngilizler çoktan kırmızı halıdan geçmiş, Beverly Hilton’da yerlerine oturmuştu bile.

Winter’s Bone’la Kadın Oyuncu adayı olan Jennifer Lawrence törene ilk gelenlerdendi. Belki de normal insan kilosundaki tek genç kadın olan Lawrence’ı birkaç sene sonra bir deri bir kemik göreceğimizi fark ederek birazcık içimiz burkulmadı değil.

Yazının devamı !f Blog'da

Comedic Turkish duo return for even more laughs

Less than a year later, Ata Demirer and Demet Akbağ reprise their roles as the naive clarinet player and the street-smart nightclub singer in ‘Eyvah Eyvah 2.’ Watch the first film on DVD and catch the heart-warming sequel on screen

It was only 10 months ago when the dream duo of comedy, Ata Demirer and Demet Akbağ, paired on screen for Eyvah Eyvah, one of the highest-grossing Turkish films of last year. Hot on the heels of the recent DVD release of the film, Demirer and Akbağ reprise their roles as the fish-out-of-water clarinet player and the brazen nightclub singer in the recent sequel, Eyvah Eyvah 2.

Both Demirer and Akbağ have been household names for two decades. After starting her career as a stage actor in the 1980s, Akbağ became a fixture on Turkish TV with her hilarious characters in the TV show Bir Demet Tiyatro in the late 1990s. She later steered her career to the stage and occasional movie roles.

Akbağ may have starred in less than a dozen films in two decades, but her brilliant acting and larger-than-life characters have garnered her various awards. She twice won the prestigious Golden Orange award, one for her role in 1993’s Tersine Dünya (World in Reverse) and another for Vizontele of 2000.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

Devamı olmayan filme film demem


Entertainment Weekly dergisi Amerikalı okuyucularına, 2011 yılında gösterime girecek filmler arasında en heyecanla beklediklerini listelemelerini istemiş. Sonuç şöyle bir şey çıkmış:

Scream 4
Thor
Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides
The Hangover Part II
Green Lantern
Harry Potter and the Deathly Hallows — Part 2
The Twilight Saga: Breaking Dawn — Part 1

Listede devam filmi olmayan iki film var, onlar da süper kahraman filmi. Yani, 2012 ya da 2013’de en çok beklenen filmler arasında muhtemelen bunların devam filmleri, Thor II ve Green Lantern: Rise of the Unimaginative Audience yer alacak.

Yazının devamı !f Blog'da

Turkish transgender film gets marks for bravery

Director, writer, producer Emre Yalgın’s debut feature, ‘Teslimiyet’ (Other Angels), is a brave attempt to shed light on the lives of the transgender community in Istanbul – since such women are usually subjected to one-dimensional stereotypes. While the transgender characters and actors impress, the film fails when the straight characters walk in

Followers of Turkish movie blogs and movie pages on Facebook might have noticed last week that there was a lot of chatter urging people to go see the feature Teslimiyet (Other Angels). Although you could read about its groundbreaking subject matter, and why we had a social duty to watch it in theaters, we had yet to see a film review among the dozens of blog entries.

Other Angels is the first feature movie to take a candid look at the lives of the transgender community in Istanbul since 1993’s Dönersen Islık Çal (Whistle If You Come Back). The heavy virtual traffic was thanks to those sensitive about the tragic lives of transgender people in Turkey. Here was a chance to make transgender people more visible, a chance to watch them as multidimensional characters as opposed to the simplified and unfair stereotypes they were accustomed to being depicted with.
The movie follows the lives of four transgender women living together in the underbelly of Istanbul. They are all sex workers, as is the case unfortunately for most transgender women in Turkey. Save for the novice Sanem (Didem Soylu), the other three are street-smart, true warriors in a world where they are constantly on the lookout.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

David Lynch şu sıralar ne yapıyor?

İzleyebileceğiniz en garip, en deli, en amorf karakterleri sinemaya (ve de televizyona) kazandıran, en karanlık atmosferi büyülü kamerasıyla hiç beklemediğiniz bir aydınlıkla buluşturabilen, dünyanın en garip yönetmenlerinden David Lynch şu sıralar neler yapıyor?

Inland Empire filminin çekim sürecini anlatan belgeseli Lynch: Perdenin Arkasında’yı 2009 yılında !f’te izlemiştik. Kendisi şu sıralar bayağı bir meşgul. Öncelikle marangozluğa takmış durumda. İkiz Tepeler’de Ajan Cooper’ın bayıldığı köknar ağaçlarından kendine kutular, kitaplıklar, hatta sanal şömineler yapıyor. Ahşap sanat eserlerinin fotoğraflarını da Twitter’dan paylaşıyor. Geçenlerde beyaz ve mor desenleri olan bir balta aldığı için ne kadar mutlu olduğunu takipçileriyle paylaştı.

Yazının devamı !f blog'da

Legendary Turkish duo return for ‘Hunting Season’

Legendary director/actor duo Yavuz Turgul and Şener Şen have reunited after five years for a film that will have moviegoers flocking to theaters. While ‘Av Mevsimi’ (Hunting Season), which follows three cops from three generations investigating the murder of a young woman, is a predictable crime drama, the film is still an impressive character drama

Last week has seen quite a commotion in the movie pages of Turkish dailies as Yavuz Turgul and Şener Şen – the country’s answer to the Martin Scorsese-Robert De Niro duo – return to theaters after a five-year absence.

Director/writer Turgul and his favorite actor, Şen, have united once again for crime drama Av Mevsimi (Hunting Season), reminding audiences how good they are together – the shortcomings of the movie notwithstanding.

Şen reprises the role of an old soul clinging to his past while trying to get acquainted with new times, playing a character reminiscent of his past collaborations with Turgul. He might be a familiar character, but Şen is older, wiser, more sensible, more grounded, and more in tune with the sensibilities of the contemporary era this time around.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

Ban lifted on Atatürk film, but where is Atatürk?

A four-decade ban on a Hollywood film about the Turkish Independence War is about to be lifted. There might have been a little misunderstanding though, as Atatürk is only seen for a couple of minutes in the 1970 movie ‘You Can’t Win ‘Em All.’ It is not a historical drama but an action adventure set in the 1920s in Turkey, with Charles Bronson and Tony Curtis in the lead roles

According to renowned Turkish filmmaker Metin Erksan, Hollywood has been interested in making a biopic about Atatürk or a film about Turkey’s Independence War since the 1940s.

When Douglas Fairbanks Jr. visited Turkey in 1951 he is said to have been attracted to playing Atatürk in a film project that never took off. Later, when Sir Laurence Olivier showed interest in the same script he found that no government or civil or private institution would cooperate in the production of the film and the idea was shelved.

Soon after, legendary American director and producer Cecil B. DeMille wanted to adapt Atatürk’s life and the Independence War to the screen. They had no luck, however, even after production partner Adil Özkaptan and actor Yul Brynner met Turkey’s then President Cemal Gürsel.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

Grey’s Anatomy küllerinden diriliyor.. Sonunda

Grey’s Anatomy, Meredith’e gıcık kaptığımız, Christina’ya hayran olduğumuz, her hastayı hatırladığımız, her şarkıyla ağladığımız eski günlerine dönüyor. Ve de kendini tekrarlamadan, karakterlerini ve kendini büyüterek dönüyor. Seattle Grace’e geri dönmek için 6 neden...

Ne güzel bir sonbahardı o. İçine düşeceğimiz üç yeni dizi başlamıştı: Lost, Grey’s Anatomy ve Desperate Housewives (ABC için daha iyi bir seneymiş). Lost ve Desperate Housewives’ı en başından izleyip, çevremdeki herkesi heyecanla birbiriyle alakası olmayan bu iki yeni diziye başlatmaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Grey’s Anatomy
’ye biraz geç girdim. Ama ilk iki sezonu, bol sigara, diet cola ve birayla bir haftada yiyip bitirdim. Hemen Grey’s Anatomy şarkıları indirildi. Meredith ne kadar gıcık tartışmalarında, “O kadın Seattle’dan ayrılsa bir daha hiç bir arkadaşını arayıp sormaz,” deyip daha fazla anti-Meredith taraftarı yanıma çekmeye çalıştım. Christina’ya hayran oldum. Karev’le aşk-nefret ilişkisi yaşadım. Sonra düzenli izlemeye başladım. Izzie’nin Denny’nin alvatvayır’ını kesmesi (doğrusunun ‘LVAD wire’ olduğunu biraz önce Wikipedia’dan öğrendim), Chasing Cars şarkısı eşliğinde balo elbisesiyle hastaneyi terk etmesiyle ‘official’ Grey manyağı oldum.


Sonra her parıldayan dizinin ilk iki sezonundan sonra yaşadığına tanık olduk. Bir iyi, bir kötü olmaya başladı Grey’s Anatomy. Çiftleştirecek doktor kalmadığında Izzie ve George’u birleştirip dizinin voltajını tamamen düşürdüler. Vasat bir 5. sezon, idare eder bir 6. sezondan sonra hastanedeki katille sezonu bitirdik.

V - 2. sezon 1. bölüm: Red Rain


Bilim kurgu dizisi demek büyük sorumluluk demek. Ya herkesin konuşmaktan yorulmadığı büyük bir şey yapacaksınız. Ya da mütevazı sayıda ama ölümüne sadık izleyici kitlesinden şaşmayacaksınız. Yeni bir Lost yaratma çabası patladıkça patlıyor. Önce geçen senenin sıkıcı karakterleriyle FlashForward, sonra bu senenin kafası karışık, giderek kötüleşen The Event’i. Tabii bir de Fringe var. Herkese hitap etmek yerine, dikkatli ve akıllı izleyiciyi elinde tutma stratejisiyle giderek güçlenen, her bölümle klasiğe dönüşen bir bilim kurgu dizisi.

Geçen hafta 2. sezonu başlayan V ise ilk bölümünden itibaren hala Fringe olabilme şansını elinde tutuyor. Gerçi fazla zamanı yok. 10 bölümlük bu sezonda kendini tekrarlarsa, Ziyaretçiler’i de televizyon mezarlığına uğurlayacağız.


Red Rain
bölümü geçen sezon bıraktığı açık uçları toparlayıp, yeni sezonun yapısını belirlemesi açısından iyi bir bölümdü. Ama bir kez daha, ‘Bu dizi nereye gidiyor?’ sorusuna cevap veremedi. Ziyaretçilerin kötü niyeti, direniş örgütü Fifth Column’un dünyayı kurtarma çabaları hala askıda. ‘Kim ne yapmak istiyor?’, ‘Habire koşuşturan insanların ve uzaylıların planları ne?’ soruları uzadıkça uzuyor. 10 hafta sürecek bir dizi için ciddi zaman kaybı.

Bu da başka bir sansür hikayesi

Her sansür yerinde güzel oluyor. Biz burada kendi ilkel özgürlük/sansür tartışmalarımız içinde debelenelirken, özgürlükler ülkesi Amerika’dan tarihe geçecek bir sansür haberiyle karşılaştık. Ernest Hemingway’in “modern Amerikan edebiyatının tek gerçek kaynağı” olarak tanımladığı bir klasik bu Şubat’ta yeni bir metinle okuyucuların karşısına çıkıyor. Mark Twain’in 1884 yılında yayımlanan romanı Huckleberry Finn’in Maceraları’ndaki tüm ‘nigger’ sözcükleri, siyahları aşağıladığı gerekçesiyle çıkarılıyor. Amerikalıların politik doğruculuk saplantısının ne kadar aşırıya gittiğini gösteren bu girişimin arkasındaki Twain uzmanı Alan Gribben neden böyle bir şey yaptıklarını şöyle açıklıyor: “Irkları ve etnik farklılıkları tanımlama şeklimiz 21. yüzyılda çok farklı. Kızımın okuldaki en yakın arkadaşı siyah bir kızdı ve romandan nefret etmişti.” Aslında köle Jim’i beyaz yapmak daha iyi bir çözüm olabilirdi.

Yazının devamı !f Blog'da

2010'u sallayan 25 pop kültür olayı

Betty White, Cher, zombiler ve Tarkan’ın dönüşü. Eşcinsel babalar, Oscar alan kadın yönetmenler. ‘Lost’ ve ‘Aşk-ı Memnu’nun tartışmalı final bölümleri. iPad, Glee, eşcinsel babalar, 2010 yılına damga vuran 25 pop kültür olayı..


25. Palin ailesinin pop kültüre balıklama dalışı: Hani bir Sarah Palin vardı? Valla, hala var. Realite dizisi ‘Sarah Palin’s Alaska,’ kızı Bristol’un ‘Dancing with the Stars’ yarışmasına katılması ve Palin ailesinin daha bir dolu görünürlük çabası gayet de işe yarıyor gibi.

24. Dünya Kupası: Pop kültür bu seneki Dünya Kupası’nı yalnız bırakmadı. Louis Vuitton’un tasarladığı kupa çantasından One Shot! futbol sergisine ve vuvuzela tarışmalarına, maç izlemeyenler de Kupa heyecanının içine köşesinden giriverdi.

23. Eşcinsel aileler: Ricky Martin’in eşcinsel olduğunu açıklamasına sevinirken, sevgilisiyle acilen çocuk istediklerini öğrendik. Eşcinsel çiftler pop kültürü mutluluklarıyla fethederken, Neil Patrick Harris ve Elton John baba bile oldular.

22. Leydi Di’nin tahtı doluyor: Prens William ve Kate Middleton’ın evleneceklerini açıklamalarından sonra, paparazzi 7/24 çalışmaya başladı, ABBA’nın düğün için bir araya geleceklerini duyduk, anti-kellik ilacı Rogain William’a hemen altı aylık paket gönderdi.

21. Joaquin Phoenix hala burada: Saçı sakalı birbirine girmiş Joaquin Phoenix, çöküşe ilerleyen yeni bir Amy Winehouse mı, herkesi kafaya alan yeni bir Borat mı diye uzunca kafa yorduk. Sonunda da ‘I’m Still Here’ filminin kurmaca olduğunu öğrendik.

Yazının devamı !f Blog'da
Related Posts with Thumbnails