Vampirler: Gecenin 'öteki' sesinden çoksesliliğe


Hayatınıza giren ilk vampiri hatırlıyor musunuz? Hangi sinema karesinden ya da hangi kitabın sayfalarından ölümcül dişlerini ilk kez gösterdiğini? Ben hatırlamıyorum. Edebiyat, sinema, çizgi roman ve televizyondan sürekli karşıma çıkan vampir tiplemesinin beni korkutmak, tedirgin etmek, kimi durumda midemi bulandırmak üzere yaratılmış olduğunu biliyorum yalnızca. Hayatıma giren ilk vampirleri hatırlamaya çalıştığımda, aklıma F. W. Murnau’nun yüzyıl başında çektiği Nosferatu filmindeki fareden hallice Kont Orlok ve çeşitlemeleri geliyor.

Vampirlerin ne zaman yeraltından yükseldiklerini, ne zaman geceyi sahiplenen, tanımlar ötesi, tanrısal yaratıklara dönüştüklerini ise çok iyi hatırlıyorum. Anne Rice’ın yüzyıllık acılarıyla büyüyen, ölüme ve yaşama lanet etmekten keyif duyan, baştan çıkarıcı vampirleriyle tanıştığım zaman.

O zamana kadar ne düşünür, ne hisseder merak etmediğim, yalnızca kimi içer, kimi yer ilgi duyduğum vampirler Anne Rice’ın kalemi, Roza Hakmen’in çevirisiyle Interview with the Vampire/Vampirle Görüşme romanında dünyanın en ilgi çekici yaratıklarına dönüştüler. Louis’nin ağzından dökülen hüzünlü sözcükler, Lestat’ın insanı anında içine çeken karizması ve Claudia’nın çocuk-kadın karmaşasıyla vampirlerin içine yeniden, bu sefer farklı bir heyecanla düşüverdim.

Vampirler kendi öykülerini anlatmaya, birer özne olmaya başladıkça herkesin benzer bir dönüşümü yaşadığını düşünüyorum. Kimisi için Underworld serisi bu görevi gördü, kimisi The Lost Boys filminin serseri vampir çetesiyle vampirleri çekici bulmaya başladı.

Yazının devamı için tıklayın (zezine)

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails