Arab Spring blossoming in cinema

With Arab countries making history, the Arab Spring is now making its own revolution in cinema, too. Film festivals around the world, including Turkey, now have an obligatory Arab Spring section. The theme in all of these films is the personal journeys of inspiration


There’s something intrinsically ironic about the nature of Arab Spring, about the relationship between how the West looks down on the Arab world for lagging behind in civilization, and how the Arab world has popularized a movement for freedom with the use of new media tools, the epitome of a new age in Western civilization.

When Arab communities successfully used social media, mobile phones and amateur videos for a revolutionary wave that would leave its mark on history, intellectuals worldwide celebrated this new, powerful way to communicate, organize and, eventually, stage uprisings.

Another celebration of the Arab Spring was soon seen in the establishment of cinema. First, feature films, shorts and documentaries on the civil resistance among Arab societies began gracing festival programs. Later, examples from the cinemas of Egypt, Syria, Tunisia, and even Turkey, long preceding the Arab Spring, started becoming integral parts of film festivals, as well as hot topics in film discussions.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

Televizyonun bekar babaları

Kimi çocuğuna dokunmaya korkuyor, kimi oğluyla evcilik oynuyor, kimi yeni doğmuş kızını acımasız bir iş kadınına dönüştürmye çalışıyor. Bir de, paralel evrenlerde, farklı zaman dilimlerinde oğluyla yeniden tanışan babalar var. Televizyonun bekar babalarına bakalım.

Touch

Babayı tanıyalım: Martin Bohm
Karısının ölümü sonrası hayatı çöküşe geçen, kariyerini kaybeden, oğlunun elinden alınması korkusuyla yaşayan Martin, hayattaki en büyük görevinin oğluyla sıkı bir bağ kurabilmek olduğunu biliyor.

Evladı tanıyalım: Jake Bohm
Doğduğundan beri hiç konuşmayan, kimseye dokunamayan, otistik Jake; çevresinde olup bitene tepki vermese de, babasının yanında olduğunun ve her koşulda kendisini koruduğunun farkında.

Nasıl bir ilişkileri var? Oğlunun özel gereksinimleri, özel alanları olduğunun bilinciyle hassasiyetini her zaman Jake’in huzurlu olmasına yoğunlaştıran Martin, olabilecek en zor baba-oğul ilişkisinin sürekli testinden geçiyor. Daha başlarda olsa da, şimdilik testten başarıyla çıkıyor.

Unutamadığımız sahne: İlk bölümün sonlarına doğru, elektrik kulesinin tepesinde Martin’in oğluna, “Beni duyabiliyor musun, bilmiyorum. Ama ben seni duyuyorum,” konuşmasından sonra, Jake’in babasına sarıldığı sahne.

Glee

Babayı tanıyalım: Burt Hummel
İlk başta, oğlunun eşcinselliğiyle başa çıkamayacak kadar kaba saba gözüken Burt, dizi ilerledikçe yalnızca oğlunun değil, Glee’yi izleyen her evladın hayalindeki babaya dönüşür.

Evladı tanıyalım: Kurt Hummel
Cilt bakımı, fular seçimi, müzikal provaları gibi önemli işlerinin yanında babasını hiçbir zaman yalnız bırakmayan Kurt, özellikle Burt’ün kalp krizi ve sonrasında ‘Hakiki evlat nasıl olunur?’ kitabına adını yazdırmayı başarır.

Nasıl bir ilişkileri var? Birbirleriyle hiçbir şekilde kesişmeyen iki ayrı dünyanın insanları olan bu baba-oğul, sevginin temelinde sonsuz anlayış ve kabullenme olduğunu gösteren televizyonun ender örneklerinden.

Unutamadığımız sahne: Babası hastanede ölüm kalım savaşı verirken, Kurt’ün umudunu canlı tutmak için I Want to Hold Your Hand’i söylediği, tüm arkadaşlarıyla beraber seyirciyi de ağlattığı sahne.

Fringe

Babayı tanıyalım: Walter Bishop
Ölümcül hastalığı olan yedi yaşındaki oğlunu kurtarmak için zaman yolculuğundan paralel evrende olan biteni izlemeye ve hatta o evreni ziyaret etmeye kadar ileri gider.

Evladı tanıyalım: Peter Bishop
Her şeyden, tanıdığı herkesten uzakta, kendi başına bir hayat yaşamak isterken akıl hastanesinden çıkmış babası, paralel evrendeki babası, kendini tanımayan babası gibi bilumum babayla başa çıkmaya çalışır.

Nasıl bir ilişkileri var? Her evrende, her gerçeklikte, her zaman diliminde ayrı karmaşıklıkta bir baba-oğul ikilisi yaşayan ikili, bir şekilde tüm sorunların üstesinden gelmeyi başarırlar. Bize de dört sezonluk malzeme çıkar.

Unutamadığımız sahne: Ayrı evrenlerden gelen babayla oğulun bir araya geldiği birçok duygusal sahne olsa da, yakın zamanda izlediğimiz, Walter’ın oğluna yardım edeceğini söylediği ve Peter’in da babasından beklediği cevabın bu olduğunu söylediği sahne.

30 Rock

Babayı tanıyalım: Jack Donaghy
Occupy Wall Street hareketinin varoluş nedeni olan, yüzde biri temsil eden, acımasız kapitalizmin sembolü Jack, kızını kendi ideolojilerine paralel yetiştirmek için elinden geleni yapıyor.

Evladı tanıyalım: Liddy Donaghy
Kuzey Kore’de rehin tutulan annesinden ayrı düşen bebek Liddy, şimdilik babasını küçük parmaklarında oynatmayı başarıyor. Kim bilir, Jack’in kabusu gerçek olup, Liddy bir liberale bile dönüşebilir.

Nasıl bir ilişkileri var? Gününün 20 saatini işinde geçiren, karısından uzak düşmüş Jack’in kızına vakit ayırmayacağını, Liddy’yi İsviçre’de bir sosyete kreşine göndereceğini düşünürken, tahmin ettiğimizden daha sıcak, sevgi dolu bir baba-kız ilişkisi görürüz.

Unutamadığımız sahne: Jack’in Libby’le iş toplantısı yaptığı ve Libby’nin ilk söylediği sözcük “anne”yi (mommy) “para” (money) olarak algıladığı ve mutluluktan havalara uçtuğu sahne.

17 Mart 2012 tarihinde Akşam Cumartesi'de yayımlandı.

Touch: Bir dokun, bin ah işit

En son Ajan Bauer olarak izlediğimiz Kiefer Sutherland, beklenen dönüşünü yeni dizi ‘Touch’ ile yapıyor. Otistik oğluyla iletişim kurmaya çalışırken, oğlunun gizemli dünyasının tüm dünyayı etkileyebildiğini şaşkınlıkla gören Martin rolüyle ilk bölümden izleyiciyi avucuna alıyor

Ajan Jack Bauer’i televizyon tarihine göndermemizden iki yıl sonra, Kiefer Sutherland bir başka iddialı diziyle geri dönüyor. Bir kez daha çocuğuyla kırılgan bir ilişki yaşayan bir babayı oynuyor, bir kez daha birilerini kurtarmaya çalışıyor, bir kez daha kararlı bakışlarıyla ekranı ısıtıyor.

Amerika’daki gösteriminden bir gece sonra Salı akşamı FOXlife’da ilk bölümü gösterilecek Touch, bir yandan da sekiz yıl (ya da sekiz gün) 24 ile peşinden koştuğumuz Kiefer Sutherland’ı Ajan Bauer’dan çok daha farklı hassasiyetleri olan bir karakter olarak karşımıza çıkarıyor.

Karısını 11 Eylül’de kaybeden, sonrasında da maddi-manevi bir düşüşe geçen Martin’in en büyük derdinin 11 yaşındaki oğluyla iletişim kurabilmek olduğunu görüyoruz. İletişim derken, gerçek iletişimden, dokunmaktan söz ediyoruz. Dizi, her ne kadar, küçük Jake’in yaşayan her şeyin birbirine bağlı olduğunu anlatan felsefi bir konuşmasıyla başlıyor olsa da, bir süre sonra Jake’in hayatı boyunca ağzından tek bir sözcük çıkmadığını ve kimseye dokunamadığını öğreniyoruz.

Heroes ile akraba dizi

Martin otistik oğluyla bağ kurmaya çabalarken, Jake’in kendi içindeki gizemli dünyasında dış dünyayı etkileyen garip bir şeyler döndüğünü anlamaya başlıyoruz. Çocuğun oraya buraya yazdığı numaraların telefon numaraları, tarihler olduğu ve Irak’tan Japonya’ya ve İrlanda’ya, dünyanın dört bir yanına dağılmış insanları ilahi tesadüflerle birbirlerine bağladığı ortaya çıkıyor.

Meksikalı yönetmen Iñárritu’nun Babil filmini ve de düşüşünü hüzünle izlediğimiz Heroes dizisini hatırlatan bu küresel kelebek etkileri, acılı baba-oğul ilişkisiyle iç içe ilerliyor. Ara ara gelen Heroes çağrışımları ise tesadüf değil. Touch’ın yaratıcısı Tim Kring, Heroes’un da arkasındaki isim.

İlk bölümüyle iyi bir dizi olarak sıkı bir zemin hazırlayan Touch’ın nasıl bir şeye dönüşeceğini görmek için haftanın macerası formatını mı seçeceğini, yoksa daha büyük bir mitolojiye yelken açmayı mı tercih edeceğini görmek gerekiyor. Bir de, Martin ve Jake arasındaki ince ilişkiyi ilk bölümdeki hassas anlatımıyla devam ettirip ettiremeyeceğini.

17 Mart 2012 tarihinde Akşam Cumartesi'de yayımlandı

Quick money trumps work ethic in Turkish cinema

There was a time when having a work ethic, honing one’s skills and making an honest living were the defining characteristics of a hero in Turkish cinema. Well, it’s hard to remember that time. For a long time, the comedic heroes of Turkish cinema have searched for ways to make quick money, becoming even more relentless and shameless with each passing year


“It’s all for the money,” screams the tagline of the new Turkish comedy Seninki Kaç Para (How Much is Yours?), promising laughs out of a man’s desperation for money as he eventually sells his soul his to the devil for an immediate load of cash.

Complaining about the taxing life in ultra-expensive Istanbul has been the norm for some time now. It has even become a cliché in pop culture, with comedies especially relying heavily on the financial struggles of the everyday man in Istanbul, drawing millions to theaters in the process.

Long gone are the characters who had hopes of making an honest living and were content with what they had – even if what they had barely made ends meet – such as those seen in legendary filmmaker Yılmaz Güney’s films on social struggle. Long gone, too, are the characters who prefer their misery over deceiving others for some quick cash.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

Women's journey in Turkish cinema

To celebrate Women’s Day, here’s a brief look at women in Turkish cinema and how they took their journey from nonexistent to one-dimensional roles on the screens
This week we celebrate Women’s Day. A brief look at Turkish cinema will show you that there is a rich selection of roles for female actors, showing women as complicated, multi-dimensional characters. Some of the comediennes are able, on their own, to drive a movie to box office success.

Thanks to the rising popularity of TV shows in recent decades, veteran female actors find it easier to obtain roles that show their versatility. There are probably more female directors and writers in Turkey than in Hollywood. Some of them are on a continuous streak in winning awards here and abroad. To celebrate Women’s Day, let’s take a brief look at how women found their voice in Turkish cinema in the last century.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

Iran’s success in Oscar race: When film wins over politics

Iran’s recent Oscar win of Foreign Language Film with ‘A Separation,’ and Israel’s non-win, might be declared as a ‘victory over Israel’ by the Iranian state. And the reaction to the screening of ‘A Separation’ in Israel might show the extent of Israeli propaganda against Iran. But we see once again, the power of cinema over war games

Yesterday morning, Iranians woke to the news of “victory over Israel,” declared all over state TV. It was victory all right, and it was victory over Israel. But it was also victory over Belgium, Canada and Poland, as well. Sunday night’s win was Iran’s first ever Oscar, with the award for Best Foreign Language Film going to director and writer Asghar Farhadi’s drama A Separation.

Upon the film’s win in the world’s biggest movie award ceremony, the Iranian state was quick to change its earlier nonchalant attitude. The hard-liners who had previously dismissed A Separation - for its not-so-positive portrayal of the country, its take on gender inequality and its sub-plot involving Iranians’ desire to leave the country for better lives elsewhere - were silent in the face of the celebrations across country.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)

Saying goodbye to a great director, Yusuf Kurçenli

Director Yusuf Kurçenli, who won a lifetime achievement award last year, passed away last week, leaving behind a filmography that brought to life real characters dealing with real problems

Yusuf Kurçenli was not one of those high-profile filmmakers who would make comments here and there, and you wouldn’t see him at many a film festival where you bump into a celebrity at every turn. Yet Kurçenli was a person that long deserved the lifetime achievement award given to him at last year’s Istanbul International Film Festival by probably the most celebrated actress in Turkish cinematic history, Türkan Şoray.

His death last week, at 65, made the news, but it was not one of those highly publicized celebrity deaths crying for headlines from every media outlet. His funeral, however, brought together veteran actors, rising stars and renowned filmmakers while Turkey’s culture minister carried his coffin – a traditional gesture expected from male relatives and those close to the deceased.

With a career that included both television and movies, Kurçenli directed around two dozen films and TV shows, wrote about half of them, and produced one movie, the multiple award-winner Çözülmeler (Disengagements). He touched every subject that tormented Turkey’s recent history from the challenges of being a woman in Turkey to Turkish workers in Germany, as well as censorship.

Click here for full article (Hürriyet Daily News)
Related Posts with Thumbnails